Korkunç bir baş ağrısı, soğuk, uyuşmuş kollar,
kaburgalarında hafif bir sızlama… Bilinçsizliğin rahatına geri dönebilmeyi
istedi ama suyun içindeki bir baloncuk tanesi gibi kararlılıkla bilincinin
yüzeyine ulaştı. Bileklerini birbirine, kollarını ise gövdesine bağlayan ipleri
görmesine gerek yoktu; sırf uyanmış olmak bile esir alındığını anlamasına
yetmişti. Sanki görmezse bunun gerçek olmasını engelleyebilirmiş gibi ilkel bir
düşünceyle bir süre gözlerini kapalı tuttu. Silah arkadaşlarının düşüncesi
aklına gelince korkuyla açıldılar.
Temsili resim |
İlk gördüğü şey, kendisinden bir metre
ötede yatan Yüzbaşı Luudman’ın yüzü oldu. Ciddi ve endişeli gözleri onunkileri
yakaladı. Çatık kaşları, yüzündeki mütevazı kırışıklıkları artırmış, ona
olduğundan daha yaşlı bir görünüm vermişti. Sol yanağında, bakımlı sakallarının
arasında kaybolan çirkin bir kesik vardı.
Luudman’ın bir metre gerisinde yatan iri
karaltının Zabu olduğunu Vortix grimsi ten renginden anladı. Zabu’nun gerisinde
yatan başkası varsa da, yarı-yaedin haşmetli cüssesi tarafından kapatılmıştı.
Bu kadar mı kalmışlardı?
Arkasında yatan birinin olup olmadığını
görebilmek için sırtının üzerine yuvarlanıp geriye baktı. Diğerleri gibi sıkıca
bağlanmış vaziyette yatan Anaç’ı gördü. Yapılı ve hafif tombul adam, henüz
kendinde değildi. Anaç’ın ötesinde yatan başka biri yoktu. Fakat elleri
kılıçlarında, hırıltılı dillerinde birbirleriyle konuşurken esirlerini süzen
iki nöbetçi vardı.
Yaedin baskınından dört kişi mi
kurtulmuşlardı? Yedinci Takım, diğer tüm takımlar gibi sekiz kişiden
oluşuyordu. Bu durumda dört kişiyi kaybetmişlerdi. Kimdi onlar? Garip bir
sebepten, bir yıldır beraber yaşadığı silah arkadaşlarının isimlerini
hatırlayamıyordu. Sanki zihni onları aklına getirmeyi reddediyordu. Nedeni
gayet açıktı. Aklına gelecek olan her yüz, her isim ölmüştü! Vortix kendini
hatırlamaya zorladı.
Aein aklına gelen ilk isimdi. Dürüst, neşeli
ve dost canlısı Toraniel’li ölenler arasındaydı. Bazı akşamlar el yapımı oyma
flütüyle çaldığı müzikleri özleyecekti. Huysuz ve her daim, her şeyden
şikayetçi olan cüce Karvuk… Vortix’i uyandıran çığlık ona aitti. Doğma büyüme
Toraniel’li, o kadar yakınında yaşadığı halde cücelerin vatanı Taşyürek Dağları’na
hiç ayak basmamıştı. Basamayacaktı da… Caleb o gece nöbeti ondan devralmıştı.
İçine kapanık, münakaşadan uzak bir yapısı vardı. Muzip bir sataşmayla
horlamasıyla dalga geçerler, ama o yapısı gereği hiçbir şeye karşılık vermezdi.
Vortix’in gördüğü en iyi okçulardan biriydi. Onları uyandıracak kadar bile ses
çıkaramadığına göre, ilk onun işini bitirmiş olmalılardı. Başka kim kaldı?
Rovas!
Rovas’ın kaybının acısı, göğsünü kızgın bir
demir gibi yaktı. Zihni çaresizce hayır, hayır, hayır diye itiraz ediyordu.
Gerçek olamazdı! Rovas ölmüş olamazdı!
Vortix kardeşi yaşındaki delikanlıyla bir yıl
önce, Harapkale’ye geldiği ilk gün tanışmıştı. Rovas kaleye ondan üç yıl önce,
on dört yaşındayken gelmişti. Yetimdi, babası ve ağabeyleri yıllar önce
Harapkale’de şehit olmuşlardı ve Harap olmak kadar istediği hiçbir şey yoktu.
Hevesli, azimli ve becerikli bir genç
adamdı. Konuşkandı, iyi niyetliydi ve neşeliydi de. Kaledeki herkesi birer
öğretmen gibi görür, onlardan bir şeyler öğrenebilmek için çırpınırdı. Her şeyi
çabucak kapacak kadar zeki, asla kibire kapılmayacak kadar da aklı başındaydı.
Rovas’ın eğitimi henüz bitmemişti bile.
Hâlâ çırak sayılırdı, bu yüzden hep hayalini kurduğu Harap dövmesini de henüz hak
etmemişti. Onlarla birlikte arazide olmaması gerekirdi, fakat kale komutanı
Vasra, eğitimdeki çırakların en az bir yıl arazi tecrübesi edinmeden ve
komutası altında olduğu Yüzbaşı’nın onayı olmadan askerliğe terfi edilmesine
izin vermezdi. Çıraklar ve Harapkale’ye yeni gelenler ancak zorlu ve acımasız
bir sınavdan geçebilirlerse Harap olmaya hak kazanır, sınavı geçemezlerse
güneydeki daha sakin garnizonlardan birine gönderilir ya da kalenin içinde
hizmet görevine verilirlerdi.
Vortix gözlerini havanın aydınlanmaya
başlamasıyla çekilmeye hazırlanan yıldızlara dikti ve Rovas’ı ve kendi küçük
kardeşini düşündü. Gökyüzünün en parlak yıldızı ve tanrıların lideri olan Kiejain’in sönmeye yüz
tutmuş ışığına baktı. Fazla inançlı biri değildi, ama zihninin içinde bile söze
dökemediği umutsuz bir yakarışla Rovas’ın bir şekilde hayatta kalmış olmasını
diledi.
Birkaç metre ötede, büyükçe bir yığın yaed
cesedi fark etti. Anlaşılan Yedinci Takım düşmeden önce neredeyse on, on iki
yaed katletmişlerdi. Uykularında avlanlandıklarına Vortix inanamıyordu. Caleb
yaklaştıklarını nasıl görememişti? Üstelik gökyüzü de açıktı. Yaedin sayısı bir
hayli kalabalıktı –ölenlerle birlikte kırktan fazla- ve yıldızların ışığı
altında bembeyaz parlayan karların üzerinde böyle kalabalık bir grubun onlara
görünmeden yaklaşması imkansız denecek kadar zordu. Caleb’in ne kadar iyi bir
Harap olduğunu bilmese, nöbeti esnasında uyukladığını düşünecekti. Şimdi kamp
alanları yağmalanmış ve sağ kalan Haraplar kurbanlık hayvan gibi bağlanıp
dizilmişlerdi.
Etrafına göz gezdirdiğinde, onu huzursuz
edecek kadar fazla sayıda yaedin gruplar halinde etraflarında toplanmış
olduğunu fark etti. Hırlamayı andıran dillerinde alçak sesle konuşuyor, Zabu’ya
tekinsiz bakışlar atıyorlardı. Vortix’in midesi korkunç şeylerin beklentisiyle
kasıldı. Yaedlerin yarı-yaedleri sevmediği biliniyordu. Düşmanlarıyla birlik olup
kendilerine karşı savaşan bir yarı-yaede yapabilecekleri kanını donduruyordu.
Bir zamanlar onlar gibi birer insan olan
Yaed, önce tanrıların gazabıyla, sonra da kara büyüyle lanetlenmişlerdi. İnsan
ırkına karşı duydukları katıksız kinle lanetlerini onlara aktarmak için insan
köylerine akınları esnasında kadınlara tecavüz eder ve onları sağ bırakırlardı.
Doğan yarı-yaed bebekler ya öldürülür, ya da şanslılarsa eğer sağ bırakılıp ağır
işçi olarak çalıştırılmak üzere yetiştirilirdi. Her iki ırktan da daha iri yarı,
daha kuvvetli olur, gri derileri ve canavarımsı yüz hatlarıyla insan
medeniyetleri arasında aşağılanır, dışlanırlardı. Vücut yapıları Yaed’in
yaşadığı diyarda hayatta kalmalarına elvermeyeceği gibi, onlar tarafından da
kabul görmezlerdi. Nereye giderlerse gitsinler, dışlanmaya ve acı çekmeye
mahkum, lanetli birer nesildi yarı-yaedler.
Bir yaedin yanlarına gelip zehirli gözlerle
esirleri süzmesiyle, onları izleyen diğerleri sabırsızlıkla kıpırdandı. Bu
yaedin omuzlarında, cüssesini daha büyük gösteren kalın, geniş bir kürk vardı.
Yaed standartlarına göre oldukça kaliteli duran kürkü, duruşu ve bakışlarıyla
lider olduğunu belli ediyordu. Zabu’yu işaret ederek bir emir hırladı. Birkaç
yaed hevesle Zabu’nun yanına gidip bağlı kollarından tutarak sertçe ayağa
kaldırırken Vortix dişlerinin arasından geçip konuşmasını engelleyen ağız
bağının ardından çaresizce bağırdı. Yaedler Zabu’yu sürükleyerek
götürdüklerinde, yarı-yaedin iri cüssesinin ardında kaldığı için daha önce
göremediği bir başka karaltı Vortix’in dikkatini çekti. Diğerleri gibi sıkıca
bağlanmış olan esir, başını yukarı kaldırıp korku ve endişeyle yaedlere baktı,
ardından kendisiyle göz göze geldi.
İki güçlü duygu korkunç bir şiddetle
birbiriyle çarpıştı. Rovas’ın kısa kesilmiş sarı saçlarla çevrili yuvarlak
yüzünü görünce hissettiği rahatlama ve şükran bir an için ağır bastı. Rovas
yaşıyordu! Ama bu birkaç saniyelik mutluluk, Zabu’ya yapacaklarının
düşüncesiyle yerini yine korkunç bir endişeye bıraktı.
Onu esirlerin birkaç metre ötesine götürüp
bir başka yaedin önünde diz çöktürdüler. Vortix hayret ve korkuyla gözlerini
kırpıştırdı. Bu yaed koca bir kardişlisi postunu omuzlarına geçirmişti. Kürk,
bedeninin üç yanını kaplayıp yerde sürüklenecek kadar büyüktü. Hayvanın dev
pençeleri omuzlarından aşağı iniyor, üst çenesi başının üzerini örtüyordu.
Birer karış uzunluğunda iki diş, yaedin başının iki yanından aşağı sarkıyordu.
Vortix onları duymuş, fakat daha önce hiç görmemişti. Bu bir yaed şamanıydı ve
burada, Harapdiyar’da olması hiç iyiye işaret değildi. Yeniden kürk pelerinli
yaede baktı ve bir kabile şefi olup olamayacağını düşündü. Hiçbirinin üzerinde
dokuz büyük kabileye ait hiçbir işaret yoktu, ama belki küçük kabilelerden
birine ait olabilirlerdi. Yine de sık sık karşılaşmaya alışkın oldukları akıncı
gruplarının en büyüğü sekiz ya da dokuz kişilik iken, bunların yaklaşık kırk
kişi olması ve yanlarında bir şaman bulunması tuhaftı.
Şaman, ağzındaki bağı çıkardıkları Zabu’ya
bir şeyler söyledi. Vortix seslerini duyabiliyor, fakat konuşulanları
anlamıyordu. Yaedcesi iyi değildi ve yaedler de dillerini öğretmeye pek hevesli
olmadıklarından, kalede kimsenin Yaedcesi belli bir seviyenin üzerine
çıkamamıştı. İçlerinde yalnızca Luudman, Zabu ve Anaç konuşulanları
anlayabilecek ve kendilerini ifade edebilecek kadar iyi Yaedce bilir,
diğerlerinin bilgisi birkaç kelimeden öteye geçmez, buna gerek de kalmazdı.
Zabu’yu on dakika kadar sorguladılar.
Yarı-yaed şamanın sorularına kısa ve sert yanıtlar veriyor, karşılığında yediği
tekme ve yumruklardan cevaplarının tatmin etmediği anlaşılıyordu. Daha sonra
şaman, şefe dönüp kısaca bir şeyler konuştu ve ardından yanlarından uzaklaştı.
Yaed şefi tekmesini olanca gücüyle karnına gömdüğünde, Zabu acıyla inleyerek
iki büklüm oldu. Şef karnına ve yüzüne birkaç hırslı tekme daha indirdikten
sonra dönüp şamanın peşinden gitti.
Onun gidişiyle sabırsızlıkla etrafta
bekleyen yaedler, Zabu’nun çevresini sardılar. Vortix’e yemek yiyebilmek için
önce sürü liderinin ve onun izin verdiklerinin yemesini bekleyen, sonra açlıkla
etin üzerine kapanan kurtları hatırlatmışlardı. Zabu’yu katıksız bir kin ve
nefretle tekmelemeye başladılar. Elleri gövdesine bağlanmış olan Zabu, başını
bile koruyamıyor, yüzüstü dönüp başını omuzlarının arasına almaya çalışarak
çaresizce tekmelere katlanmaya çalışıyordu.
Esirlerin başında bekleyen beş tanesi
hariç, yaedlerin hepsi Zabu’nun etrafında toplanmışlardı. Sağında yatan Anaç
kendine gelmiş, ağzındaki bağın izin verdiği kadar bağırıyordu. Luudman ve
Rovas kalkmak için çırpınıyorlardı. Rovas bir kez doğrulmayı başardı, fakat
yakınındaki bir nöbetçinin hiç zaman kaybetmeden indirdiği bir tekmeyle yeniden
sırtüstü devrildi. Nöbetçi Rovas’ı yere serdikten sonra da tekmelemeyi
sürdürünce bu kez Vortix ani bir güçle doğruldu ve öfkeyle bağırdı. Sağ
tarafında Anaç da doğrulmuş, ayağa kalkmaya çalışıyordu. İkisini de yere
yatırmak için ikişer nöbetçi üzerlerine çullandı. Ard arda üzerlerine inen
tekmeler ve yumruklar bir süre devam ettikten sonra, bir yaedin öfkeyle
bağırmasıyla kesildi.
Vortix yaedlerin uzun bacaklarının
arasından bağıran kişinin beyaz kürklü yaed şefi olduğunu gördü. Nöbetçilere
bir şeyler bağırıyor, zaten hırlamaya benzeyen konuşması kavgaya hazırlanan bir
köpeğin çıkardığı sesleri andırıyordu. Vortix söylenenler arasında anlamını
bildiği birkaç kelimeyi yakalamayı başardı. Duyduğu kelimeler, yürümek ve yol anlamına geliyordu. Bu sözlerden, şefin azarlamasından ve
sonrasında nöbetçilerin onları rahat bırakmasından gidilecek uzun bir yolları
olduğunu ve esirleri beraberlerinde götüreceklerini çıkardı.
Şef gittikten sonra Vortix’i döven
yaedlerden biri ayağını kaldırıp Vortix’in kulağının üzerine koydu. Başını
ağırlığıyla ezmeye özen göstererek yüzünü Vortix’inkine yaklaştırdı. Ona Yaedce
söylediği kelimeleri anlamasa da, bunun bir tehdit olduğunu anlamak zor
değildi. Dirseğinin aşağısından kesilmiş olan kolu pis bir kumaşla sarılmış
yaedi tanımıştı. Bu, Vortix bayılmadan önce onunla en son dövüşen yaeddi.
Doğrulup ayağını kaldırdı ve onu kaburgalarına son bir kez daha gömdü.
Vortix kıvranarak yan döndüğünde Luudman’ın
aciz bir kabullenişle gözlerini kapatmış, başını karlara gömmüş yüzüyle
karşılaştı. Korkuyla Zabu’nun dayak yediği yere baktı. Yaedlerin bacaklarının
arasından kan içinde kalmış, lime lime olmuş bedeni can çekişerek titreyen
yarı-yaedi gördü. Vortix çaresizce inledi.
Hareket etmeyi bıraktıktan çok sonrasına
kadar bile Zabu’nun cesedine vurmaya devam ettiler. Durduklarında, Kiejain’in
yıldızı çoktan ortadan kaybolmuş, hava iyice aydınlanmıştı. Vortix gözlerini
tanrıların lideri, savaşçıların tanrısının yıldızının gözden kaybolduğu noktaya
dikti. Kiejain dileğini kabul etmiş, Rovas’ın hayatta kalmasına izin vermişti.
Ama onun karşılığında acımasızca Zabu’yu almıştı.
Betimlemeler ve betimlemeler ile verilen duygular gerçekten çok iyiydi. Tüm esirler (ya da sonraki bölümü okuduğum için taze erzaklar mı demeliyim) aklımda bir bir canlandılar diyebilirim bu bölümdeki karakter sunumların neticesinde...
YanıtlaSilTek sıkıntı yaşadığım nokta Yaed'lerdi. Bu ırkı ilk bölümdeki sunumun neticesinde gayet vahşi, oturup düşünemeyecek, planlar yapamayacak kadar ilkel bir ırk olarak görmüştüm; ama shaman'lık yeteneğini ve buna bağlı olarak planlı hareket etme olgusunu vermen ile ırk çok farklı bir intiba oluşturdu diyebilirim.
İlk bölümdeki Yaed ırkı anlatımın ile bu bölümü arasında bir an boşluğa düştüğümü bu vesile ile itiraf etmeli; ama üçüncü bölümdeki Yaed sunumların ile kafamda daha da oturan bir ırk yapısı ile karşılaştığımı belirtmeliyim.
Dip Not: Okurken aklıma gelen, yorum yapacak o kadar çok şey olmasına karşın evdeki bilgisayarın dışındaki platformlarda (iş bilgisayarım ya da mobil telefonum gibi) yorum kısmında sıkıntılar yaşamam nedeniyle yorumları ancak evden yazabiliyorum ve bir şeyleri atlıyorum. Bu durumdan dolayı üzgünüm.
Karakter sunumlarını iyi verebildiğime çok sevindim. Çok travmatik şeyler bu yaşadıkları, o yüzden okuyucunun ileriki bölümlerde Vortix'in karakterinin nasıl şekillendiğini anlamasını istiyorum.
YanıtlaSilYaedler hakkındaki yorumun iyi olmuş. Yazarken okuyucunun öyle bir izlenim edinebileceği benim aklıma gelmemişti. Bir yazar için yorumların ne kadar işe yaradığını sen de biliyorsun işte ;) Birinci bölümü tekrardan gözden geçireceğim.
Yaed ırkı aslında kabile geleneklerinden tut nüfus artış oranlarına kadar olabildiğince detaylandırdığım bir ırk. Hepsini bir anda değil de azar azar vermeye çalışacağım, yani her bölümde o ırk gözünde daha iyi oturacak (en azından ben öyle planlıyorum).
Okuduğun ve yorumların için çok teşekkür ederim :)
Güzel ilerliyor hikayen karakterleri tanıdıkça olumlu yada olumsuz fikirlerimi daha detaylı paylaşırım.
YanıtlaSilBetimlemelere diyecek bir şeyim yok. Sayende hayalimde olayları canlandırmak için çok zorlanmıyorum tabi bu iyi bir şey mi?
Hikayeyi okurken (esirlerden) bir kaç kişinin Yaed dilini az çok bilmesi gerekir diye düşünürken, o ayrıntıyı da eklemişsin hoşuma gitti, Elinde var mı bilmiyorum ama yeni bir dünya yaratıyorsan sembolik de olsa küçük ölçekli bir harita olması işini kolaylaştırabilir.
Merakla takip etmekteyim...
Genelde hep çizerdim harita, ama bu dünya için çizmedim. Önce haritayı belirleyip sonra kurguyu çıkarırken kısıtlanıyor hissediyordum kendimi. Önce kurguyu çıkarayım, haritayı sonra çizerim dedim. Ama haklısın, kesinlikle hiç değilse kuzey coğrafyasının bir haritasını sunmak gerek okuyucuya.
YanıtlaSilBetimlemeleri beğendiğine sevindim. Hayalinde kolay canlandırman iyi olmuş da, acaba bazı şeyleri okuyucunun hayal gücüne mi bıraksaydım diye aklıma bir kurtçuk düşürdün şimdi?