Gözlerini açtığında Luudman’ın kan ve gözyaşıyla ıslanmış, dayak yemiş yüzünü görmek, zihninin umutsuzca uzak tutmaya çalıştığı anıları acımasızca gözlerinin önüne getirdi. İkisinin de kolları arkalarından bağlanmış, ağızları kapatılmıştı. Luudman’ın bakışlarındaki bir şey Vortix’in dikkatini çekti. Üzgün ve sanki acıyan bir ifadeyle Vortix’ten gözlerini kaçırmıştı. Bu bakışların anlamı zihninde tüm netliğiyle belirdi; sırada Vortix vardı!
Yaklaşan ölümün gerçekliği bir şaşkınlık
hissiyle zihnini kapladı. Evet, hiç kuşkusuz sırada Vortix vardı. Ölecekti.
Sakin bir şaşkınlıkla bu değişik fikri kabullenmeye çalıştı. Daha önce pek çok
kez ölümle burun buruna gelmiş, yalnızca birkaç saat önce bile bilinçli olarak
kendini öldürmeye çalışmıştı. Ama ölüm hiç bu kadar gerçek görünmemişti gözüne.
Sanki hayatına veda eder gibi zihni, en
eski anılarından bazılarını son kez bakması için ona getirdi. Hatırladığı
şeylerin çoğu küçük, önemsiz görünen, ama nedense onca başka anı varken
hatırladığı şeylerdi. Dokunmasına izin verilmeyen babasının usturası,
anılarından biriydi. Babasının saçlarını ve sakallarını kimseye kestirmeyip o
eski usturayla kendisinin kesmesi… Zihni oradan Kral Larelkon’un saçlarını
kestiği, o tüm ülkeyi etkileyen olaya gitti. Sınır’da yalnızca askerler ve
savaşa gitme ihtimali olanlar saçlarını kısacık keserdi. Soylular, tüccarlar ve
köylüler uzun bırakırlardı. Batı sınırlarındaki Dalmar’la aralarının oldukça
gerildiği bir dönem, Vortix henüz yedi yaşındayken, Kral Larelkon, Dalmar’ın
elçisini kısa kesilmiş saçlarla karşılamıştı. Kralın bizzat kendisinin bile
savaş alanına çıkabileceği mesajı, halkın moralini yükseltip, Dalmar’ın geri
adım atmasını sağlamıştı.
Annesinin şöminenin önüne oturmuş dikiş
diken elleri bir sonraki misafiri olmuştu. Zarif ve bakımlı eller hızlı ve
becerikli hareketlerle kumaşın üzerinde gidip gelirken Vortix şöminenin
önündeki ayı postuna yatmış, mayışarak onları izlemekteydi. Sonra o güzel
ellerden birinin sertçe yanağına indiği o gün aklına geldi. Annesi hayatı
boyunca yalnızca tek bir kez tokat atmıştı ona. Kaenn’le zırh deposundan birer
miğfer ve kalkan çalmış, tahta kılıçlarla takımı tamamlayıp sarayın fazla
kullanılmayan bir yerine giderek en sevdikleri savaş hikayelerinden birini,
Büyük Jeraejan ve Stodiel Savaşı’nı canlandırıyorlardı. Bir saatlik eğlenceli
bir koşuşturmacadan sonra, Vortix’in kılıcı Kaenn’in başına planladığından
biraz daha sert bir şekilde inmiş, dengesini kaybeden çocuk geniş mermer
merdivenlerden düşerek kolunu kırmıştı. Vortix koşarak onu saray şifacılarına
götürmüştü. Şifacılar bir iksir ve büyü hazırlayarak Kaenn’in kolunu tamamen
iyileştirmişlerdi, ama yine de bu, annesinin Vortix’e sert bir tokat atmasını
engellememişti. “Kraliyet ailesini koruma onurunu elimizden almak için bekleyen
onlarca hanedan var,” demişti annesi eğilip kızgınlıkla.
“Kazayla oldu,” demişti Vortix titrek bir
sesle.
“Onu koruman gerekir,” demişti annesi
omuzlarından tutarak. “Yaralanmasına izin vermemeli, sebep olmamalısın. Onu
korumak senin görevin, anlıyor musun?”
Vortix başıyla onaylarken bu konuşmaya
tanık olan Kaenn, arkadaşının başını belaya sokmamak için bir daha Vortix’le
oyun oynamamıştı. Vortix de o günden sonra annesinin söylediğini yapmış,
ülkeden sürülmesine sebep olsa dahi Kaenn’i korumuştu.
Bu anılar eşliğinde uykuya dalarken
rüyasında yine kurtları gördü. Savaş naralarını andıran seslerle uluyarak sürü
halinde koşuyorlardı. Yumuşak toprağa değen ayaklarından tok sesler çıkıyordu.
Bu sesler her nasılsa nal seslerini andırıyordu. Sonra kurtların ulumalarına
çığlıklar karıştı. Öfkeli ve korkulu böğürtüler, bağırışlar, metale çarpan
metal, at kişnemeleri, yeri titreten güçlü toynaklar… Sıçrayarak gözlerini
açtığında rüyasındaki sesler onu terk etmediler. Etrafta gürültülü bir
hareketlilik vardı.
Başını kaldırıp kamp alanına baktığında ay
ışığını yansıtan parlak zırhları gördü. Güçlü savaş atları toprağı titreterek
koşuyor, yaedler şaşkınlıkla hırlıyorlardı. Baştan ayağa zırhlı adamlar,
atlarının önüne her ne çıkarsa acımadan biçerek ve ezerek uykularından yeni
uyanan ve birçoğu hâlâ şaşkınlıklarını üzerlerinden atamamış yaed savaşçılarını
yarıp geçtiler.
Bu hücumdan sonra atlılar, ikinci bir
saldırı için dönüp yeniden hız kazanmak için kamp alanınından çıktılar. Atlıların
iki yanı keskin uzun kılıçlarının karşısında ilkel kalan silahlarını ellerine alan
birkaç yaed peşlerinden gitti. Vortix kamp alanının ortasında adamlarını
örgütlemeye çalışan yaed şefini gördü. Elinde ilkel olmasına rağmen fazlasıyla
ürkütücü görünen devasa bir pala vardı ve her zaman sırtında olan beyaz kürkünü
giymeye fırsat bulamamıştı. Yaedler silahlanmış, fakat hâlâ şaşkınlıklarından
sıyrılamamış görünüyorlardı. Şefin emirlerine rağmen kamp alanındaki
koşuşturmacada belli bir düzen yoktu. Derken atlıların ikinci hücumu geldi.
Yaedler ne önlerine çıkan düşmanları
ezmeleri için eğitilmiş zırhlı savaş atlarına ne de şövalyelerin hücum
taktiklerine alışkın değillerdi. Şövalyeler vücuda giren ok gibi amansızca yaed
güruhunun ortasına daldılar ve büyük bir kısmını biçip çiğnediler. Fakat
atlılar bu kez yeniden kalabalığı yarıp geçmediler. Sürekli hareket halinde
kalıp atlarını kamp alanının içerisinde sürerek saldırılarına dağınık düzende
devam ettiler. İlk iki hücum, yaedlerin sayılarını yarıya indirmeye yetmişti.
Otuza yakın sayılarıyla şu an şövalyeler çoğunluktaydı ve yaed silahlarının hem
ulaşmakta hem de delmekte zorlandığı ağır zırhları onlara büyük avantaj
sağlıyordu.
Vortix kalabalığın içinde şamanı aradı.
Kampın ortasında tiz bir sesle bağırıyor, elinde sopasıyla bahçesine giren
çocukları kovalamaya çalışan yaşlı bir adamı andırıyordu. Fakat bunlar çaresiz
yakarışlar değil şamanın çoktan yapmaya başladığı büyüsünün sözleriydi.
Yaedlerin şövalyelere yabancı olduğu kadar şövalyeler de onlara yabancıydılar.
İçlerinden biri atını doğrudan savunmasız gibi görünen şamanın üzerine sürdü.
Yanından geçerken havaya kaldırdığı kılıcıyla şamanın kellesini almaya
niyetlenmişti. Fakat onunla karşı karşıya gelir gelmez bağırmaya başladı.
Kılıcını düşürdü, ellerini başına götürdü ve atından yuvarlanarak büyük bir
tangırtıyla yere düştü. Kıvranarak aklını kaçırmış gibi bağırmasından Vortix
zavallı şövalyenin şamanın gözlerinin içine bakmış olabileceğini düşündü. Bir
yaed savaşçısı şövalyenin yanına koşup kılıcını miğferinin altındaki boşluğa
daldırarak adamın çığlıklarını kesti. Birkaç saniye sonra o da başka bir
şövalyenin kılıcında can verdi.
Şaman giysisinin katları arasından kemiği
çıkarmış, onu önünde tutup ileri geri sallanarak sözlerine devam ediyordu.
Atının üzerinde arkasından yaklaşan şövalyeyi duymuş olsa da büyüsünü yarıda
bırakmamak için tepki vermemişti. Şövalye uzun kılıcını şamanın sırtına
saplayıp orada bıraktı Yanından geçip giderken daha kısa olan ikinci kılıcını
çekmişti. Şaman dizlerinin üzerine çöktü. Sırtından giren kılıcın ucu karnından
çıkıyordu. Ona kısa bir şaşkınlıkla baktıktan sonra, son birkaç sözcükle
birlikte kemiği havaya fırlattı. Vortix Sınır’daki büyücülerin yaptıkları
büyülere pek çok kez şahit olsa da, bir şeyin yoktan var olduğunu her gördüğünde
o tuhaf heyecanı duymaya devam edecekti. Şamanın göğsünden beyaz, yoğun ve
parlak bir sisi andıran bir şey yükseldi. Bu şey havadayken girdaplar
oluşturarak şekil değiştirdi ve gümüş tüylü bir kuşa dönüştü. Fazlasıyla iri
bir baykuşu andıran kuş, kocaman pençeleriyle kemiği havada yakaladı ve sessiz
kanatlarıyla gökyüzüne tırmandı. Kuzeye, Harapdiyar’a doğru uçmaya başlayan
kuş, kamp alanını kısa sürede geride bırakıp gecenin karanlığına karıştı.
Artık kamp alanında şefin yanında bir arada
kalmaya çalışan altı ya da yedi kadar yaed savaşçısı kalmıştı. Atlılar
etraflarında dönüyor, yeniden hücuma geçip onları dağıtmaya hazırlanıyordu. Şef
aniden ileri atılıp fazla yakınlarından geçen bir şövalyeyi yakalayarak atından
indirdi. Yuvarlanarak uzaklaşmaya çalışan şövalyeyi öldürmek için kılıcını
kaldırmıştı, fakat başka bir şövalye atını üzerine sürerek onu geri çekilmeye
zorladı. Bu şövalyenin omuzluklarında başarılı bir işçilikle tasvir edilmiş
kurt figürleri vardı. Şövalye atını şaha kaldırınca şef, atın toynaklarına
hedef olmamak için geri sıçradı. Yere düşen adam yaedlerden sağ salim
uzaklaşabilmişti. Omuzluklarında kurt figürleri olan şövalye atını bir kez daha
şaha kaldırdı. Yaed şefi bu kez geriye çekilmek yerine ileri doğru yuvarlandı.
Atın altından geçip sağ arka tarafında ayağa kalkarak şövalyeyi kolundan tutup
yere devirdi.
Şövalye, şefin palasından yuvarlanarak
kurtuldu ve çabucak ayağa fırladı. “Albay!” diye bağıran bir şövalye ona
kılıcını fırlattı.
Albay ve yaed şefi yarım daire çizerek
birbirlerini ölçtüler. İlk saldırıyı yaed başlattı. Albay onun palasını fazla
zorlanmadan kılıcıyla karşılayabiliyordu, fakat ağır zırhıyla hızlı hareket
edemiyor, şefin ayak oyunlarının gerisinde kalıyordu. Dövüş bir süre albayın
daha çok savunmada kalması, şefin palasının ise şövalyenin zırhında birkaç
çentik açmaktan öteye gidememesiyle kaldı. Diğer şövalyeler kalan yaedlerin
etrafını sarmış, fakat dövüşe müdahale etmiyorlardı.
Albay bir ara sol kolunu hafifçe kaldırarak
açık verdi. Şef onun kolunun altında, zırhın kapatmadığı boşluğu gördü. Bir
sonraki saldırısında orayı hedefledi. Albay son anda dönüp palanın ucundan
kurtularak kolunu indirdi ve palayı kolu ile bedeni arasında sıkıştırdı. Bir
saniye sonra ise kılıcını şefin karnına saplamıştı.
Şövalye kılıcını geri çekerek yaed şefini
karnında hızla kanayan bir yarayla yere itti. Şef kalkmaya, palasını yeniden
eline almaya çalışıyordu, fakat şövalyenin kılıcı yaedin hayvan derilerinden
yapılma basit zırhını delip sırtından çıkmış, ölümcül bir yara açmıştı.
Çırpındıkça ölümünü hızlandıran şef, birkaç saniye içerisinde hareketsiz
kalmıştı.
Geriye kalan altı yaed savaşçısı, şeflerini
öldüren adama hırlayarak baktılar. Albay miğferini çıkarıp kolunun altına aldı.
“Silahlarınızı atın ve teslim olun,” dedi Albay. “Merhametli Alunwea adına
hayatlarınız bağışlanacaktır.”
Yaedler öfkeyle bağırdılar, kendi
dillerinde hırladılar ve albayın üzerine atıldılar. Şövalyeler atlarını sürerek
kalan yaedleri kılıçtan geçirdiler. Şövalyelerin kampa saldırması ile tüm
yaedlerin ölmesi arasında yirmi dakikadan fazla zaman geçmemişti.
“Efendim, burada birileri var!”
Bir şövalye atından inip yanlarına yürüdü.
Tehditkâr görünmüyordu, fakat kılıcı hâlâ elindeydi. Birkaç adım kala durup
diğerlerinin gelmesi için bekledi.
Albay hızlı adımlarla yanlarına gelirken,
“Çözün onları,” dedi. Şövalye kılıcını kınına sokup bıçağını çekerek iplerini
kesti, ağızlarındaki bezleri çıkardı. Vortix ve Luudman bedenleri acı içinde
sızlayarak doğrulup oturdular. Şimdi şövalyelerin zırhlarının göğüs kısmını ve
kalkanlarının yüzeyini kaplayan kurt motiflerini ve Albay’ın uzun saçlarla
çevrili beyaz tenli, orta yaşlı yüzünü daha net görebiliyorlardı. Kısa kesilmiş
bakımlı bir sakalı ve şüphe ile çatılmış kalın kaşları vardı. “Kendinizi
tanıtın,” diye emretti.
“Harapkale’den yedinci takım lideri Yüzbaşı
Luudman ve Vortix,” dedi Luudman. Bağırmaktan kısılmış sesi bitkin fakat
kendinden emindi. Sol kolunu sıyırıp kolunun iç kısmında, bileği ile dirseği
arasındaki bölgede kılıç şeklindeki dövmeyi gösterdi.
Harapların işaretini tanıyan albayın
yüzündeki ifade yumuşadı. “Ben Kuzeyevi Tapınağı Alunwea Şövalyelerinden Albay
Morganet Glieldan,” dedi başını eğerek. “Neler oldu?”
“Harapdiyar’da baskına uğradık,” dedi
Luudman. “Sekiz gündür yürüyoruz. Albay Morganet, Harapkale’ye haber
ulaştırmamız lazım.”
Albay Morganet kibarca başını salladı.
“Sizi Kuzeyevi Tapınağı’na götüreceğiz. Kale komutanınıza oradan bir kuzgun
gönderebilirsiniz. Bu büyüklükte bir yaed grubunun bu kadar güneyde ne
aradığını merak ediyorum. Yolda bana bunları izah etmenizi rica edeceğim.”
Luudman başıyla onayladı. “Adamlarım yaedlerin cesetlerini ve tüm eşyalarını
yaktıktan sonra yola çıkacağız.”
Vortix güçsüzce ayağa kalkarak, “Kılıcım!”
dedi. Baş dönmesiyle sendeleyince en yakınındaki genç şövalye kolundan tuttu.
“Lütfen kendinizi yormayın,” dedi Morganet
ona dönerek.
“Silahlarımızı bulmamıza izin verin,” dedi
kendisi de ayağa kalkan Luudman.
Albay takdir dolu bir ifadeyle başını
salladı. “Kılıcına sadık olan vatanına da sadık olur,” diye eski bir atasözünü
dile getirdi. “Guinihad, silahlarını bulmalarına yardımcı ol.”
Yanlarında genç şövalyeyle birlikte
yaedlerin eşyalarını bıraktıkları yere yürüdüler. Şövalyeler atlarından inmiş,
yaedlerin cesetlerini bir araya topluyorlardı. Vortix yanından ayrılırlarken
birinin albaya, “Bir kayıp, üç yaralı,” diye rapor verdiğini duydu. Kırka yakın
yaedi baskının yarattığı şaşkınlık ve yaedlerin alışkın olmadıkları savaş
stratejileri ile zırhları sayesinde yalnızca bir kayıp vererek yenmeleri büyük
başarıydı. Fakat yine de bir silah arkadaşı kaybetmiş olmanın üzüntüsüyle
şövalyelerin suratları asıktı.
Vortix kılıcının kabzasını, kılıcın
boyundan çok daha küçük bir torbanın ağzında gördü. Kabzayı endişeyle tutup
torbanın içinden çıkardığında içi sızladı. Vortixin kızıl renkli ejderpulundan
yapılma bıçak kısmı tam ortasından kırılmıştı! Neyse ki paha biçilmez kılıcın
kırılan parçasını atmamış, onu da torbanın içine koymuşlardı. Şimdi –eğer tamir
ettirilebilir durumdaysa- kılıcı tamir ettirmek için bir cüce bulmak
zorundaydı.
Yedinci takımın diğer silahlarını da
buldular; Zabu’nun teberi, Karvuk’un savaş çekici, Aein’in kenarları tırtıklı
kıvrık kılıcı ve Luudman’ın iki kenarı keskin uzun kılıcı. Fakat Caleb’in
yıpranmış ama kaliteli yayı ile Rovas’ın ve Anaç’ın kılıçları yoktu.
Silahları yanlarına alarak şövalyeler
işlerini bitirene kadar bir kenarda beklemek üzere ayağa kalktılar. Birkaç adım
atmışlardı ki Vortix onu gördü; dibindan kan sızdıran, ağzı düğümlenmiş, koyu
renkli erzak torbasını. Hafifçe yana devrilmiş kanlı torbanın görüntüsü
Vortix’e çok fazla gelmişti. Dizleri çözüldü ve gerçek bir düşme hissiyle
karanlığa düştü.
Asil Harap - 8 - Sekizinci Gece
Asil Harap - 10 - Kuzeyevi Tapınağı
Asil Harap - 8 - Sekizinci Gece
Asil Harap - 10 - Kuzeyevi Tapınağı
Yorumlar
Yorum Gönder