Asil Harap - 8 - Sekizinci Gece



    Kızıl kürklü kurtlar Toz’un etrafında dönüp her adımda çemberi daraltırlarken savaş atı öfkeyle kişneyip şaha kalktı. Fakat bu kez atın hemen yanında boynu ve omuzlarında bembeyaz tüyler olan başka bir kurt daha vardı. Kurt sürüsü etrafta koşuştururken beyaz yeleli kurt sakince Toz’un yanında duruyordu. Toz huzursuzca bir o yana bir bu yana gidiyor, beyaz yeleli kurt onu takip ediyor, sürünün geri kalanı savaş çağrısını andırırcasına uluyordu. Derken Vortix içini kaplayan korkunç bir hisle sekizinci sabaha gözlerini açtı.
    Yüzünde acı çeken bir ifadeyle yanında uyumakta olan Rovas’a baktı. Yüzü kir içinde, epey zayıflamış ve çökmüştü. Bacağı gece özensizce sarılmıştı. Vortix korkarak etrafına bakınıp önceki gün yarıdan aza indiğini gördüğü erzak çuvalını aradı. Hiçbir yerde yoktu!
    Korkuyla yutkundu. Sırada kendisi olmalıydı. Anaç ya da Zabu kadar olmasa da Vortix en irileri, yaedler için en besillileriydi. Aynı zamanda en tehlikelileriydi. Yakalandığı günden beri eline geçen her fırsatta mücadele etmiş, yaedlere zorluk çıkarmıştı. Fakat şimdi yaralandığı, yürüyemeyecek duruma geldiği için Rovas’ı öldüreceklerdi. Hayır, Rovas’ı en sona bırakmaları gerekiyordu. Bir mucize eseri birileri onları kurtarmaya gelirse Rovas’ın bir şansı olmalıydı. Önceki gün içini kaplayan, ona güç veren o muazzam umut, şimdi asla var olmamış gibi ortadan kaybolmuştu. Kurtulma şansları, vakitleriyle birlikte hızla tükeniyordu.


*
    Sabah Luudman da Rovas’ı taşımak için gönüllü oldu, fakat nöbetçileri Vortix’i olabildiğince yormanın daha akıllıca olacağını düşünüyor olmalılardı ki, yaralı arkadaşlarını yine ona taşıttılar. Bu kez doğrudan kuzey yönünde ilerliyorlardı. Bu da güneye inme amaçlarının o kemiği bulmak olduğunu düşündürdü. Görevlerini yerine getirmiş, şimdi geri dönüyorlardı.
    Yeterince uyuyup dinlendiği için Vortix ilk birkaç saat neredeyse hiç zorlanmadan yürüdü. Acıkmıştı, fakat her nasılsa açlığa alışmıştı. Zaten o da arada bir kendini hatırlatıp gidiyordu. Bir süre sonra başı dönmeye, dizleri titremeye, adımları aksamaya başladı. Sırtında yetmiş kiloyla yaedlerin hızlı temposuna ayak uydurmak, Anaç ya da Zabu’nun cüssesinde, Karvuk’un dayanıklılığında birini bile zorlardı.
    “Bırak Vortix,” diye fısıldadı Rovas. Vortix’in boynuna doladığı ellerinden biriyle ağzındaki bezi indirmişti. “Kendini sakatlayacaksın. Gücünü boşa harcama,” dedi yalvarırcasına.
    Vortix boğazından kapa çeneni manasına gelen bir ses çıkardı. Nöbetçilerin dikkatini çekmek için daha yüksek sesle homurdandı. Bir nöbetçi yanlarına gelip Rovas’ın ağzını yeniden kapattı.
    Neyse ki Rovas onun gözlerinin dolduğunu göremiyor, boğazının düğümlendiğini anlayamıyordu. Vortix sürekli endişeyle başını kaldırıp kaçan güneşe bakıyor, gökyüzünün kararmasını korkuyla izliyordu. Güneş batıdaki sisli bir tepenin ardında kayboldu. Gökyüzünde Rovas’ın vadesinin dolduğunu haber veren ay ve yıldızlar belirmeye başladı. Tanrıların yıldızları da aralarındaydı. En güçlüleri Kiejain, kızılımsı renkteki Kahil, yumuşak ve şefkatli bir ışığı olan Alunwea, gri rengiyle gölge gibi duran Kyrus, diğerlerinden uzakta, sönük ve içine kapanık Zaon… On iki tanrının yıldızı da tek tek gökteki yerlerini aldığında artık gece olmuştu.
    Dur emri verildiğinde yaedler uğultulu konuşmalarla dinlenmek için oturacak yer aradılar. Vortix ve Luudman her zaman yaptıkları gibi bu kez kendilerini yorgunlukla yere atmamışlardı. Vortix seri bir hareketle Rovas’ı yere indirdi ve kollarını hafif açıp dizlerini kırarak dövüşmeye hazır bir şekilde nöbetçilerle yüzleşti.
    Nöbetçiler sinirli yüzlerle hırlayıp etraflarını sararlarken çevredeki yaedlerden yardım istediler. Yaed savaşçılarından biri tehditkar bir şekilde kılıcını çekti. Ve ne yapması gerektiği ancak o zaman Vortix’in zihninde belirdi.
    Kendini öldürtecekti!
    Rovas’ı Luudman taşıyacak ve yaedler Vortix’le idare ederken birkaç gün daha hayatta kalacaktı.
    Düşünceleri yüzüne yansımış olmalıydı, çünkü yaed kılıcını ihtiyatla Vortix’ten uzağa fırlatmıştı. Sayıları yeterince kalabalık olana kadar saldırmaya çekiniyorlardı. Çünkü Vortix ilk saldıranı en iyi ihtimalle yaralayacaktı. En yakınındaki yaedin kemerindeki bıçağı gözüne kestirdi. Yaedlerin daha fazla kalabalıklaşmasına ve saldırıyı yönetmelerine izin vermeyecekti. Hızla ileri atıldı, fakat bir el bacağına yapışıp onu geri çekti. Dengesini kaybedip yüz üstü yere düşerken kızgın bir şaşkınlık duydu. Yaedler fırsatı kaçırmayıp anında üzerine çullandılar. Vortix onların deri çizmeli, ince bacaklarının arasından Rovas’a baktı. Dizlerinin ve ellerinin üzerinde doğrulmuş, yüzünden süzülen sessiz yaşlarla özür dileyen, az önce bacaklarının dibinde oturan ve dengesini bozup onu durduran, bunu yaparak muhtemelen hayatını kurtaran Rovas’a.
    Bir yaed Rovas’ı ayağa kaldırırken, hâlâ elleri bağlı olan Luudman koşarak ona omuz attı. Yaed birkaç adım geriledi, ama dengesini hemen toparlayıp Luudman’ı tuttuğu gibi Vortix’in yanına fırlattı. Bu sırada Vortix’in eli yine arkasından bağlanmış, ayaklarındaki ipler düğümlenmekteydi.
    Rovas’ı kaldırıp birkaç metre ötedeki bir ağacın altına götürdüler. Vortix ve Luudman bağırıyor, çılgınlar gibi mücadele ediyorlardı. Bir sürü el onları sertçe yere bastırıyordu. Luudman yaedlere kendi dillerinde bağırmaya başladı. Her nasılsa ağzındaki bağdan kurtulmuştu. Yalvarır gibi sık sık tekrar ettiği kelimenin Şef anlamına geldiğini Vortix de biliyordu. Fakat kimse Luudman’ın yakarışlarını umursamadı.
    Rovas’ın bacaklarına bir ip geçirip onu ağacın alçak dallarından birine astılar. Orada kırık bacağına uzanmaya çalışırken baş aşağı sallanan Rovas’ın acı dolu çığlıkları ne Vortix’in ne de Luudman’ın hafızasından asla çıkmayacaktı.
    Şef yanlarına gelip iki Harap’a tepeden baktı. Nefret ettiği iki düşmanının yerde çürükler ve bereler içinde kıvranmasını, ona yalvarmasını izlemekten tatmin duyuyordu. Üçünün de hayatı, onun dudaklarının arasından çıkacak tek bir kelimeye bağlıydı ve bunu bilmekten zevk aldığı bakışlarından belliydi. Luudman onunla konuşmaya başladı. Rovas’ın hayatı için pazarlık ediyor, umutsuzca şefi ikna etmeye çalışıyordu. Şef sarf ettiği bütün çabadan zevk alarak onu dinledi. Ardından merhametsizce gülümseyip hiçbir şey söylemeden arkasını döndü ve Rovas’ın asılı olduğu ağaca doğru yürüdü.
    Luudman’ın yüzünde beliren ifadenin bir benzerini Vortix ona şimdi başka bir ömürmüş gibi gelen eski hayatında görmüştü. Yarım saat boyunca sarayın koridorlarında ve çatılarında kovaladığı, sonunda kaçamayacağını anlayınca kuzey kanadındaki kulelerin birinden aşağı atlayan Estova’lı suikastçinin yüzünde de atlamadan hemen önce işte tam bu ifadenin belirdiğini hatırladı. Luudman kısa bir şey söyledi. Sözcükleri tükürür gibi söylemesinden ve şefin aniden durmasından yüzbaşının ağır bir küfür ettiğini anladı.
    Luudman gözü dönmüş bir kararlılıkla hakaretlerine devam ederken şef kısık gözlerle kımıldamadan onu izledi. Birkaç dakika önce Vortix’in aklına gelen düşünceyi şimdi Luudman gerçekleştirmeye çalışıyordu. Kendini öldürtecek, Rovas ve Vortix için daha fazla zaman yaratacaktı. Luudman’ın hakaretleri sürerken yaedler öfkeyle hırlamaya, homurlanmaya başladı, fakat şef hâlâ tepkisizdi. Üzerinde şefin kabilesinin simgelerini taşıyan bir yaed kılıcını çektiğinde, Luudman istediğini elde edebileceğini sandı. Fakat şef, elini kaldırarak yaedi durdurdu.
    Sakin adımlarla Luudman’ın yanına yürürken Harap’ı tutan savaşçılar geri çekildiler. Luudman korkusuzca kendisini öldürecek olan darbenin gelmesini beklerken Vortix öfkeyle bağırdı. Şef eğilip Harap yüzbaşıyı dört parmak uzunluğundaki, kırlar düşmüş siyah saçlarından tuttu. Yarı yürütüp yarı sürükleyerek onu Rovas’ın asılı olduğu ağaca götürdü.
    Önce onu paçavra gibi silkerek yere, Rovas’ın önüne attı. Ardından saçından tutarak başını kaldırdı ve Rovas’la yüzlerinin arasında iki karış kalana kadar yaklaştırdı. Ondan emir bekleyen bir savaşçısına başıyla sert bir hareket yaptı.
    “Hayır, yapma, dur, yapma,” diye yalvardı Luudman. Yaed şefinin ne yapacağını anlamış; korku ve panik bütün bedenini kaplamış, ona Yaedce’yi bile unutturmuştu. “Hayır, lütfen yapma, lütfen…”
     Yaed savaşçısı Rovas’ın arkasına geçti. Genç Harap’ın başını sabit durması için karnına yasladı. Sol eliyle kurbanının başını tutarken sağ eliyle bıçağını çekti.
    Vortix ağzındaki bağın gerisinden boğazı yırtılırcasına bağırarak bütün gücüyle çırpındı. Onu yerde tutabilmek için dört yaed üzerine yüklenmişlerdi.
    Bıçak gözlerinin önünden yükselirken Rovas korkuyla titreyip inledi.
    Luudman son bir çabayla şefin elinden kurtulup, “Hayır!” diye bağırırken bıçak hareket etti. Zarif ve yumuşak bir kavisle soldan sağa doğru, peşinde kırmızı bir iz bırakarak kaydı. Bıçak çekilir çekilmez o kırmızı yarıktan Rovas’ın kanı güçlü bir kalp atışıyla Luudman’ın yüzüne fışkırdı. Şef onu yeniden saçlarından yakalamaya çalışırken, Luudman aklını kaçırmışcasına bağırıyor, ağlıyordu. Yaşam, kanıyla beraber yavaş yavaş onu terk ederken, Rovas, kendi sıcak kanıyla yıkanmış yüzünde korku dolu bir ifadeyle, boğulur gibi sesler çıkararak Luudman’a baktı. Sonra gözlerindeki korku, yerini hiçliğe bıraktı.
    Bedenini çaresiz bir titreme saran, kulaklarını yalnızca Luudman’ın hıçkırıklarının delebildiği bir uğultu dolduran Vortix o kadar çok çırpınmıştı ki, onu zapt edebilmelerinin tek yolu başına sertçe vurup bayıltmak olmuştu.

Yorumlar