İnanmaktan korkarak Vortix, Harapların
onları kurtarmaya gelip gelmediğini merak etti. Fakat kimsenin elinde silahları
yoktu. Yalnızca hararetli bir şekilde tartışıyor, endişeli görünüyorlardı.
Vortix neler olup bittiğini anlayabilme
umuduyla Luudman’a ve gözleri ağlamaktan şişmiş Rovas’a baktı. Luudman
gözlerini kısmış, dikkatle kamp alanını izliyordu. Vortix’e gözleriyle kampın
doğu ucunda hararetle tartışmakta olan şefi ve birkaç başka yaedi işaret etti.
Şef gerçekten öfkeli görünüyordu, fakat
karşısındaki yaedler de en az onun kadar sinirliydiler. Dikkatli bakınca
tartıştığı yaedlerin üzerinde başka iki kabilenin işareti olduğunu fark etti.
Şefin arkasında ise kendi kabilesinin savaşçıları toplanmaya başlamıştı.
Tartışma gittikçe şiddetleniyor, kamp alanındaki yaedler ellerini silahlarına
götürüyor, en yakınlarındaki rakip kabile savaşçısına hırlamaya başlıyorlardı.
Şefin karşısındaki savaşçılardan boynunda
insan dişlerinden kolye olan birisi, özellikle daha ön plandaydı. Köpek
hırlamasına benzeyen dillerinde şefe hararetle karşılık veriyordu. Vortix ve
diğer Haraplar nefeslerini tutmuş, yaedlerin birbirlerine girecekleri anı
bekliyorlardı. Derken dişten kolyeli yaed, ani bir hareketle kısa kılıcını
çekti ve şefin üzerine atıldı. Şef, saldırıyı çeviklikle savuşturdu, yaedin
kolunu tuttu, ve hırsla içeri girip dişlerini boğazına geçirdi. Dişten kolyeli
yaed, şefin karnına dizini gömdü, bacaklarını tekmeledi, fakat çenelerin
tutuşundan kurtulamadı. Şef, kan donduran bir sesle yaedin boynundaki eti ve
kasları koparıp yere tükürdü. Şah damarı parçalanan yaed bir kan gölünün içine
yığıldı.
Bu sahne, diğer kabilelerin ve şefin
savaşçılarının silahlarını çekmesiyle sonuçlandı. Şef hâlâ silahını çekmemişti,
fakat sırtındaki kürkü çözüp yere bırakmış, kanlı ağzıyla kükreyerek meydan
okuyordu. Derken Şaman devreye girdi.
Elinde kemikten asasıyla tiz bir sesle
bağırarak aralarına girdi. Vortix’in gözleri yanılıyor da olabilirdi, fakat sanki
kafasındaki hayvan başının tüyleri diken diken olmuştu. Şaman fazla uzun
konuşmadı. Sözleriyle döverek silahlarını çekmiş savaşçıları azarladı ya da
tehdit etti. Silahlar yerlerine geri kondu, homurtular bitti, kamp alanını
kırılgan bir sükûnet kapladı. Yaedlerin birbirlerini öldürmesi ve esirlerin
kaçmak için bir şans bulması hayalleri de böylelikle sona erdi. Şaman kampın
güneybatı ucunda oturmakta olduğu kayaya geri dönerken, Vortix onun tek
görevinin üç kabilenin savaşçılarını hizada tutmak olup olmadığını merak etti.
Şefin öldürdüğü savaşçıyı çabucak
parçalayıp karların altına gömdüler ve yeniden yola koyuldular. Önceki gecenin
dayaklarından Vortix’in her tarafı ağrıyordu. Ne zaman darbe aldığını
hatırlamadığı yerleri sızlıyordu, bu da ona gece bayıldıktan sonra da dayak yemiş
olduğunu düşündürdü. Luudman’ın kolyesini gözüne sapladığından beri Tek Kol’u
hiçbir yerde görememişti. Ölmüş ve parçalara ayrılıp karlara gömülmüş
olabileceğini düşündü. Bu düşünce ona ne iyi ne de kötü hiçbir şey hissettirmedi.
Önemli olan onun artık bıçağını göstere göstere etraflarında dolanamayacak
olmasıydı.
Rüzgâr sanki Anaç’ın ölmesini bekliyormuş
gibi durmuş, hava artık eskisi kadar soğuk değildi. Karlar diz boyundan ayak
bilekleri seviyesine erimişti. Kolları şimdi arkasından bağlı olduğu için yürürken
dengesini sağlamak çok daha zordu. Bitkinlikten o kadar çok tökezleyip yere
düşmüştü ki, dizleri yara bere içinde kalmıştı. Üstelik iplerinin sıkılığı
yüzünden bileklerindeki sızı hiç dinmiyordu. Açtı, fakat yaedlerin ne
vereceklerini bildiğinden aç kalmayı tercih ediyordu. Dahası, yemek yemeyi
düşündüğü anda midesi bulanıyordu. En son yemek yemelerinin üzerinden üç gün
geçmişti. Vortix bu gece olacaklardan korkuyordu.
Korkmakta yanılmadı.
Öncekinden daha çok mücadele ettiler.
Öğürdüler, kustular, çığlık attılar, yalvardılar, fakat hiçbiri işe yaramadı.
Boğazlarından geçen şeyin ne olduğu düşüncesi korkunçtu. Vortix’in zihni
umutsuzca bunun gerçek olduğunu reddediyordu. Bu düşünce, bu his, günlerce
dayak yemekten bile daha beterdi. Sonunda iyice doyana, birkaç gün daha
yürüyebilecek enerjiyi alana kadar Harapları bırakmadılar.
Rahat nefes almaları için ağızlarını birkaç
dakika açık bıraktılar.
Rovas’ın fısıldayarak, “İyi misin?” diye
sormasına Vortix o kadar şaşırdı ki, boş bulunup irkildi. “Benim için
endişelenme,” diyebildi, Rovas’ın endişesine anlamsız bir şekilde gücenerek. Kardeşi
saydığı bu çocuk onun için endişelenmemeliydi. “Bir yolunu bulacağız,” dedi
Vortix, onu rahatlatmaya çalışarak. Gülümsemeye çalışmamıştı, çünkü
yapamayacağını biliyordu. Yine de sesinin titremesini bastırarak,
“Kurtulacağız,” diye güvence verdi. Rovas’ın gözlerinin umutla parladığını
gördüğünde hem sevindi, hem de tutamayacağı bir söz vermiş olmanın endişesiyle
korktu.
O gece Vortix rüyasında atını gördü ve onu
uzun zamandır düşünmediğini bu rüya esnasında fark etti. Acaba Toz Harapkale’ye
varabilmiş miydi? Harapdiyar’ın ıssız, karlı tepelerinde hava şartlarına
direnip yiyecek bulabilmişler miydi? Bu endişeler, rüyada Toz’un etrafını
sarmış kızılımsı renkli kurtların görüntüsüyle şiddetlendi. Hayvanın etrafını çevirmiş,
saldırmıyor ama ürkütüp sinirlendirerek şaha kalkmasına sebep oluyorlardı.
Kaçmasına izin vermiyorlardı. Toz savaş çığlığıyla tekrar tekrar şaha kalkarken,
kurtlar kalın sesleriyle uludular. Ve Vortix yedinci sabaha gözlerini açtı.
*
Yola çıktıktan birkaç saat sonra sarp
kayalıklarla dolu bir araziye geldiler. Karlar artık bastıkları yerde eriyecek
kadar seyrelmişti ve havada nemli bir soğuk vardı. Önden giden yaedlerin
bastıkları yerlerdeki karlar buzlaşıp zemini kayganlaştırmıştı. Dik ve uzun bir
yamaçtan aşağı inmeye başladıklarında Vortix çok zorlandı. Kolları arkasından
bağlıyken engebeli arazide yürümek yeterince zordu ve şimdi kayalık, üstelik
kaygan bir yamaçtan inerken çok dikkatli olmalıydı. Arkasından yürüyen nöbetçi
hırlayarak kolunu tutup daha hızlı yürümesi için ittiğinde Vortix dengesini
kaybetti. Ayakta kalabilmek için yaedden destek alması gerekince yaed kulağının
dibinde hırlayarak söylendi.
Yamacın düzleştiği yere on metre kala,
Rovas dengesini kaybedip düştü. Kendini durduramayıp aşağıya kadar
yüvarlanırken çarptığı birkaç yaedi de neredeyse kendisiyle birlikte
düşürecekti. Bir çatırtı duyuldu ve Rovas bağırdı. Bacağı iki kayanın arasına
sıkışmış, çirkin bir açıyla bükülmüştü.
Yuvarlanırken çarptığı yaedler aşağı
indiklerinde Rovas’ı öfkeyle tekmelediler. Vortix ağzındaki bağın gerisinden
öfkeyle bağırıp kendisini kolundan tutan yaedden kurtulmaya, çabucak Rovas’ın
yanına inmeye çalıştı. Fakat Rovas’ın nöbetçisi daha önce yetişip yaedleri
iterek yaralı esirlerinden uzaklaştırdı.
Haraplar ve diğer iki nöbetçi aşağı
indiklerinde Rovas acı içinde inliyordu. Sol bacağı ayak bileğinin yukarısından
kırılmıştı. Nöbetçisi Rovas’ın ayağını canını yakmamaya hiç özen göstermeden
iki kayanın arasından çıkardı. Genç Harap inleyerek kıvranırken, yaedler ne
yapacaklarına dair tartışmaya başladılar.
Vortix dikkatle onları dinledi, fakat tek
yakalayabildiği yürümek ve öldürmek anlamına gelen kelimeler oldu.
Endişe içinde, Yaedcesi çok daha iyi olan Luudman’a baktı ve yüzündeki ifadeden
yanlış duymadığını anladı. Harap yüzbaşı onunla göz göze geldi. Birlikte görev
yapmaları bir yıl kadar sürmemiş olsa da, bakışlarıyla anlaşabilecek kadar iyi
tanıyorlardı birbirlerini. Başının sert bir hareketiyle yaedleri işaret edince,
Vortix ne yapmasını istediğini anladı. Hiç düşünmeden alnını en yakınındaki
nöbetçinin çenesine gömüp bir başkasına omuz attı. Nöbetçiler öfkeyle
hırlayarak Vortix’in üzerine atlarken Luudman Rovas’ın yanına diz çöküp üzerine
eğildi. Ağzındaki bağı Rovas’ın önünden bağlı ellerine götürdü. Rovas bir anlık
şaşkınlıktan sonra ne istediğini anlayıp Luudman’ın ağzındaki bağı aşağı çekti.
Şimdi etraflarındaki birkaç yaed savaşçısı da müdahale edip Luudman’ı Rovas’tan
uzaklaştırmıştı. Luudman Yaedce bağırarak bir şeyler söyledi. Yalvarır, ikna
etmeye çalışır gibi aralıksız konuşuyordu. Çenesine yediği bir yumrukla sesi
kesildi. Derken yürüyüşü yavaşlatan bu karmaşanın ne olduğunu anlamak için
öfkeyle savrulan kürküyle yaed şefi yanlarına geldi.
Üçü de kıvranarak yerde yatan esirleri
görünce öfkeyle hırlayarak bir şeyler sordu. Ona cevap veren Luudman oldu.
Ağzındaki kanı tükürdükten sonra şefe hızla bir şeyler söyledi. Vortix ne
konuştuklarını anlamasa da şefin kaşlarını çatarak gözlerini Rovas’ın kırık
bacağından Vortix’e, oradan da Luudman’a çevirmesini endişeyle izledi. Şef tek
eliyle Rovas’ın yanındaki nöbetçinin boynunu tutup dişlerini göstererek
hırladı. Acelesi olmasa ve karlar yeterince derin olsa, nöbetçiyi oracıkta
öldürüp gömeceği belliydi. Şef, Vortix’i işaret etti, ardından şamanın soğuk
bir ifadeyle olup biteni izlediği ön tarafa geri döndü.
“Onu taşımamıza izin verecekler,” dedi
Luudman Vortix’e. Bu, ağzı yeniden bağlanmadan önce söyleyebildiği son şey
oldu.
Vortix’in ellerini çözdüler. Kolları ilk
serbest kaldığında, omuzlarının acısından inledi. O kadar uyuşmuşlardı ki,
onları kımıldatamıyordu bile. Rovas’ın da ellerini çözdüler ve Vortix’in
boynunun etrafına doladılar. Vortix onu sırtına alıp sızlayan kollarıyla
Rovas’ın kırık bacağını sabit tutarak ayağa kalktı. Ya Rovas düşündüğünden daha
ağır ya da kendisi düşündüğünden daha güçsüz kalmıştı ki, yürürken çok
zorlanıyordu. Güçlükle attığı her adımda dayaklardan sızlayan bedeni ve yorgun
kasları acı içinde çığlık atıyordu.
Kollarına birkaç saat sonra daha çok his
geldi. Kabuk tutmuş kırmızı yaralarla kaplı bilekleri, ellerini her
kımıldattığında acıyordu. Zemin artık diz boyu kar olmadığı ve kayalıklardan
sert toprağa geçtikleri için yürümek eskisi kadar zor değildi, fakat yine de
yorgunluktan defalarca dizlerinin üzerine düştü. Her seferinde ayağa kalkacak
gücü yalnızca Rovas’ı hayatta tutabilmesinin tek yolunun bu olduğu
düşüncesinden buldu.
Yanında yürüyen nöbetçinin kolunu sertçe
çekmesiyle durdurulduğunda şaşkınlıkla tökezledi. Bütün dikkatini yürümeye
vermiş, zamanın nasıl geçtiğini kaçırmış olabileceğini düşündü, fakat güneş
henüz gökyüzünün tepesine ulaşmamıştı bile. Bu, her zamanki mola saatlerinden
biraz daha erkendi. Nöbetçinin yönlendirmesiyle olduğu yere oturup Rovas’ı
sırtından indirdi. Ne kadar nazik olmaya çalıştıysa da genç adamın acıyla
inleyip yüzünü buruşturmasına engel olamadı.
Kamptaki hareketlilikte bu kez farklı bir
hava dikkatini çekmişti. Bir yaed aceleyle yere bir metreden biraz uzun bir
sırık dikmiş, bir başkası onun hemen yanına çukur kazıyordu. Kalın deri ve kürk
parçaları getirildi ve bunlar sopanın etrafına gerilerek basit bir çadır
kuruldu. Esirlerin elleri ve ayakları bağlanana kadar derme çatma, her yanı
kapalı, alçak çadır hazırlanmıştı bile.
Şaman çadıra girdi. Bir süre sonra çadırın
tepesindeki aralıktan ince, hafif bir duman yükselmeye başladı. Küçücük çadırın
içerisinde ateş mi yakmıştı? Acaba şamanın içeride zehirlenerek ölmesi için
Harapların ne kadar şanslı olması gerekiyordu?
Bu zamanı dinlenerek değerlendirmek isteyen
yaedler ayaklarını uzatıp oturdular. Fakat bazıları oturamayacak kadar huzursuz
görünüyor, şamanın çadırına fazla yaklaşmadan etrafta volta atıyorlardı.
Çadırdan yükselen dumanlar gittikçe artıp rengi koyulaştıkça huzursuzlukları
arttı. Endişeli yaedlerin başında ise gözlerini kısıp homurdanarak ileri geri
yürüyen yaed şefi geliyordu. Harapdiyar’dan çıkmış, Harapkale’den çok
uzaklaşmış oldukları için Haraplarla karşılaşma ihtimalleri zayıftı, fakat bu
bölgelerde başka kuzey garnizonları vardı ve dumanın merak uyandırabileceğinden
endişe ediyordu. Yerlerinin kuzey birliklerinden biri tarafından tespit edilip
kurtarılmaları ihtimali, birden gerçekleşmesi zor bir mucize olmaktan çıktı.
Çok değil biraz şans, yalnızca biraz şansa ihtiyaçları vardı.
Vortix Rovas’a dönüp gözleriyle dumanı
işaret etti. Umut, çocuğun acısını bir an olsun bastırır gibi oldu. Genç
savaşçı inlememek için kendini başarıyla tutuyordu, fakat bembeyaz ve terden
yapış yapış olmuş yüzünden canının ne kadar çok yandığı belli oluyordu. Kırılan
kemiğinin ucu bacağından dışarı çıkmıştı, fakat kurtarıldıktan sonra iyi bir
bakımla iyileşmeyecek kadar kötü görünmüyordu.
Luudman’ın yüzünde ise daha ciddi bir ifade
vardı. Şamanın çadırına ve şefe dikkatli bir şekilde bakıyor, nerede
olduklarını anlamaya çalışıyordu. Üç kabileden oluşan bu yaed birliğinin,
başlarında bir şef ve bir şamanla neden buraya indiklerinin anlamını çözmeye
çalışıyor, bunu yapmasına az kaldığını hissediyordu.
Vortix sert toprağın üzerine sırtüstü yatıp
ağrıyan sırtını dinlendirmeye çalıştı. Yere uzanıp da gökyüzünde acımasız,
bencil tanrıların yıldızlarını görmemek, açık bir gökyüzünün ortasında kemiklerini
umutla ısıtan güneşi görmek güzel bir değişiklikti. Esir düştüklerinden beri
belki de ilk kez Vortix’in kurtulacaklarına olan inancı bu kadar güçlenmişti.
Yaed şefinin zaman geçtikçe sinirlendiği ve
Vortix’in uzadıkça umutlarının kuvvetlendiği uzunca bir saat kadar sonra şaman
çadırdan çıktı. Şef hızlı adımlarla onun yanına yürürken çadırı işaret edip
toplanmasını emretti. Sonra da yere yığılmak üzere gibi görünen şamanı çadırdan
uzaklaştırıp bir yere oturttu. Yürürken sopasından destek alan şamanın yüzü çok
solgun, kemikleri daha da çıkık, sanki tüm yaşam enerjisi emilmiş gibi
görünüyordu. Oturduğunda, aralıksız soru soran şefin yüzüne bakacak gücü bile
zor bulabilmiş gibiydi. Elbette onlardan çok uzakta oturdukları için
konuştukları duyulmuyordu, fakat şefin dikkatle ona eğilmesinden hemen
yanlarında olsalar bile şamanın sesini zor duyacaklarını anlıyorlardı. Çadır
kaşla göz arasında toplanır, içeride kalan duman çabucak dağılırken şef ve
şaman konuşmaya devam ettiler. Şaman sonunda yere oturup şeften ödünç aldığı
bıçakla toprağın üzerine bir şeyler çizdi, şef onları inceleyip etrafına
bakındı yeniden yürüyüşe başlamalarını emretmek için ayağa kalktı.
Esir alındıkları akşamdan beri ilk kez
yönleri değişmişti. Aralıksız güney batı yönünde ilerlerlerken, bu kez
yüzlerini kuzey batıya döndüler. Şaman onlara yeni bir yön vermişti. O çadırın
içinde her ne yaptıysa, yönlerini değiştirmelerini sağlayacak bir bilgi
edinmişti. Ne Harapkale’de ne de Vortix’in geldiği yerde şamanizm büyüleri insanlar
tarafından kullanılmazlardı. İlkel ve tehlikeli kabul edilen şamanizm
uygulamaları, zaten Siyah Küre büyücüleri tarafından da yasaklanmıştı. Bir
şavaşçı olarak şamanlar hakkında bilmesi gereken tek şey, onlarla savaşırken
dokunma mesafesinin dışında kalması, göz teması kurmaması ve mümkünse ağzını
açmasına dahi izin vermemesi gerektiğiydi.
Şaman şefin biraz gerisinde, orada olmak
istemediği her halinden belli olan bir yaedin kolundan destek alarak ayaklarını
sürüyordu. Şamanı güçsüz görmek, umutlarını kuvvetlendirdiğinden olsa gerek,
sırtında hâlâ Rovas’ı taşıyan Vortix’e güç veriyordu. Fakat ruh hali nasıl
olursa olsun, güneş batana kadar başka hiçbir mola vermeden yürümeye zorlanan
Harap, bitkince tökezlemeye, yine dizlerinin üzerine düşmeye başladı. Güneş
kaçar gibi yuvasına çekildi ve çok geçmeden yıldızlar belirmeye başladı. On iki
tanrı gökyüzünde tek tek gözlerini açsalar da Vortix’in umudunu,
kurtulacaklarına dair inancını baltalayamadılar.
Güneş battıktan sonra yürümeye devam
etmezlerdi, fakat bu kez durmadılar. Şef ne şamanın ne de savaşçılarının
yorgunluğuna aldırmadan kuzey batı istikametinde yola devam etti. Arazi şimdi
biraz ağaçlanmış, toprak yumuşamış ve kayalıklar azalmıştı. İki kez kamp
kurmaya müsait, korunaklı yerlerden geçmiş, fakat ikisinde de durmamışlar.
Sonunda durmalarına izin verildiğinde, yorgunluktan Vortix’in başı dönüyordu.
Rovas’ı yere indirdi, fakat oturmasına izin
verilmedi. Durdukları yer, seyrek ağaçların bittiği, dik bir açıyla çukurlaşan
eğimli bir araziydi. Hâlâ bitkin olan Şaman, Rovas’ın başındaki nöbetçi ve
birkaç yaed ağaçların altında otururken Vortix ve Luudman yaedlerin geri
kalanıyla birlikte aşağı indi.
Başındaki yaed Vortix’i toprağın üzerine
itti, ardından önüne yassı kenarlı bir taş attı. Taşı işaret ederek ona
birşeyler bağıran yaedin söylediklerini anlamayarak yorgunca yüzüne baktı. Yaed
sinirlenip bacaklarını tekmeledi, taşı işaret edip yeniden bağırdı. Biraz ötede
bir başka yaed Luudman’ın ellerini çözmüş, ona kalın, kısa bir sopa vermişti.
Etraflarındaki yaedler şefin talimatlarıyla birbirlerine onar adım uzaklıkta
araziye dağılmış, bulabildikleri taş ve sopa parçalarıyla yerleri kazıyorlardı.
Luudman da aynısını yapınca Vortix kolları yorgunluktan titreyerek önündeki
taşı aldı ve yassı kenarını toprağa indirdi. Taşı ve tırnaklarını kullanarak
toprağı kazmaya başladı.
Orada ne aradıklarını merak edemeyecek
kadar yorulmuştu. Açlıktan midesi gurulduyor, başı dönüyordu. Bir yere kıvrılıp
uyumasına izin verecekleri anın hayalini kurarak kazmaya devam etti. Taşla
kazıyor, elleriyle kazdığı toprağı dışarı atıyordu. Toprağın içindeki ufak çakıllar
ve kabuklar tırnaklarına doluyor, ellerini kanatıyordu. Bileklerindeki sık sık
kanayan ip yaralarına bu kez bir de iltihap kokusu eşlik ediyordu. Zaten kirli
olan yüzü şimdi toprağa bulanmıştı. Sırtı ağrıyarak bir hayli derinleştirdiği
çukura eğilip bir avuç toprağı dışarı attı. Bir avuç daha almak için eğildiğinde
keskin bir acıyla elini geri çekti. Elindeki yeni ve derin bir yaradan kan
sızıyordu. Tekrar eğilerek loş ay ışığında elini kesen şeyin ne olduğunu
anlamaya çalıştı. Bir kısmı hâlâ toprağın altında olan ince, pürüzlü, gri
nesneyi bir kemik parçasına benzetti. Dikkatlice kazarak etrafındaki toprağı
temizlemeye koyuldu. Onu giysisine saklayıp bir başka kaçma girişimi için
iplerini kesmekte kullanabileceğini düşünmüştü, fakat kazdıkça, nesnenin
saklayamayacağı kadar büyük olduğunu anlıyordu. İnce ve kenarları kılıç kadar
keskin bir şeydi, fakat kemiktendi. Onu dikkatlice tutup kalan tüm gücüyle
asılarak topraktan çıkardığında, ön kolu uzunluğunda, biraz daha güçlü olsaydı
bir kılıç olarak kullanıp başındaki nöbetçiyi öldürebileceği bir
parça olduğunu gördü.
Kemik parçasının nasıl bir hayvana ait
olabileceğini kestiremedi. Ortasına kadar olan kısmı hafif bir eğimle kıvrılmış
ve alt tarafı jilet kadar keskindi. Ortasından sonrası ise gittikçe
kalınlaşıyor ve bir kırıkla sonlanıyordu. Ne olduğunu anlayamadığı nesneyi
dışarı atacakken kaşlarını çatarak durdu. Kemiğin üzerine bir şeyler kazınmış
olduğunu fark etmişti. Oyulmuş şekillerin aralarına giren toprağı temizlemeye
çalıştı. Kemiğin her yanını kaplayan, küçük ve bitişik bu şekilleri anlamadığı
bir alfabeye benzetmişti. Derken yan tarafında patlayan bir acıyla kenara
savruldu.
Kendisini bu kez kimin tekmelediğini görmek
için döndüğünde yaed şefiyle karşılaştı. Eğilmiş ve heyecanlı bir ifadeyle
kemiği almıştı. Onu yüzüne yaklaştırıp üzerine kazınmış harfleri inceledi.
Ardından dönüp koşar adımlarla, beklenti içinde yerinde doğrulmuş olan şamanın
yanına gitti. Etraflarındaki bütün yaedler kazmayı bırakmış, şefin kemiği
şamana ulaştırmasını bekliyorlardı. Çirkin yüzlerinde yorgun ama heyecanlı,
sabırsız ifadeler vardı.
Şaman gözleri derin çukurlarında parlayarak
huşu içinde kemiği eline aldı. Ona hayranlıkla göz gezdirdi ve iki eliyle tutup
havaya kaldırarak zaferle haykırdı. Yaedler ellerindekileri yere atarak şamanın
sevincine katıldı.
Vortix yüzünde karamsar, hatta endişeli bir
ifade olan Luudman’la göz göze geldi. Aradıkları şeyi bulmuşlardı. Şimdi ne
olacaktı?
Bölüm Altı - Sis
Bölüm Sekiz - Sekizinci Gece
Bölüm Altı - Sis
Bölüm Sekiz - Sekizinci Gece
Çok güzel olmuş.. Ellerine sağlık.
YanıtlaSil