Kitap - Yürüyen Kentler - Philip Reeve

Künye


Kitap Adı: Yürüyen Kentler
Orijinal Adı: Predator Cities -1: Mortal Engines
Yazar: Philip Reeve
Türü: Bilimkurgu/Steampunk
Yayınevi: ON8
Sayfa Sayısı: 351
ISBN: 978-605-4603-33-6

Arka Kapak

Uzak gelecekte, 60 Dakika Savaşları'nın sonrasında bildiğimiz dünyadan eser kalmamıştı. Tekerlekler üstünde "yürüyen" Londra kenti, eski Kuzey Denizi'nin kurumuş yatağı boyunca, küçük kentleri kovalıyordu. Tarihçiler Loncası'nda Üçüncü Sınıf Çırak Tom, kızına âşık olduğu baştarihçinin canını kurtarmaya çabalarken, kendini suikastçı Hester'la birlikte, mahvedilmiş bir dünyada, acımasız bir düzende var olma savaşının içinde buldu...

"Tom, yarı baygın Hester'ı kolundan kavradı. Tezgezerli adamlardan biri, kaçmalarını engellemek için hamle yapmıştı ki, kırmızı paltolu kadın adamın önüne dikildi: "Onlar benim yolcularım. Fiyatta anlaşmaya çalışıyordum!"
"Onlar bizim kölelerimiz!" diye haykırdı Wreyland, kadını itekleyerek. "Tom Nitsworthy ve arkadaşı. Onları Dış Topraklar'da buldum. Kural kuraldır. Mal bulanındır..."

Eski uygarlıklar, 60 Dakika Savaşları diye hatırlanan, korkunç nükleer silahların kullandığı ve her şeyin 60 dakika içerisinde olup bittiği bir savaşın ardından yok olmuştur. Dünyanın ekolojik dengesi bozulmuş, afetler birbirini takip etmiş, doğal kaynaklar tükenmiştir. Savaşların ardından hayatta kalan insanlar şehirlerine tekerlekler takmış, yürüyen kentler inşa etmişlerdir. Bu esasen felaketlerden kaçabilmek ve daha kolay kaynak bulabilmek amacıyla yapılmış olsa da, çok geçmeden ‘Kentsel Darvincilik’ denen yeni bir kavram oluşmuştur. Buna göre büyük kentlerin küçük kentleri “yemesi”, yani onları parçalayarak hammaddelerini, hazinelerini ve diğer kaynaklarını yağmalaması, insanlarını köleleştirmesi, doğal yaşamın bir kuralıdır.  Hareket etmek yaşamdır, çünkü duran ya da kaçamayacak kadar yavaş olan kentler, daha büyüklerine yem olmaya mahkumdur.

Açıkçası kitaba ilk başlarken bu tekerlekli kentler olayını saçma bulup bulmamak konusunda karasızdım. Neyse ki yazar kitaba başrolümüzün memleketi Londra’nın bir kasabayı kovaladığı sahneyle başlamış ve aksi takdirde alışması zor olacak bu kavramı okuyucuya ilk birkaç sayfada güzelce göstermiş. Kitabı elinize ilk aldığınız anda aklınızda belirebilecek “Tekerlekli kent nasıl oluyor ya? Kent kenti nasıl yiyor ya?” gibi soruları peşin peşin yanıtlamış.

Yedi katlı dev şehir Londra, yediği masum bir kasaba ve bir havagemisi

Kitap ilk sayfasında böyle heyecanlı bir kovalamacayla başladığı için, genelde okuyucuyu kitabın dünyasına, karakterlere ısıtmak için kullanılan sıkıcı giriş bölümü böylelikle sıkıcı olmaktan çıkarılmış. Okuyucunun bu dünyaya ısınması, alışması için öğrenmesi gereken çok şey var. Fakat yazar bunların hepsini bir anda okuyucuya sunup onları bombardımana tutmamış, bunun yerine hikayesini başlatmış ve hikaye devam ederken dünyayı okuyucuya azar azar tanıtmış. Bu sayede okuyucuyu sıkıp kafalarını bulandırmaktan ustalıkla kaçınarak bir an önce onları hikayeye dahil etmiş.

İşte yazarın bu stratejisinden dolayı ilk yüz sayfayı çok hızlı okudum. Oldukça şaşırtıcı, beklenmedik ve sürükleyici şeyler olurken yavaşlamak pek mümkün değildi. Yazarın çok iyi yaptığı şeylerden biri de okuyucuyu şaşırtmak, ters köşeye yatırmak. Şimdi kitabı bitirdikten sonra dönüp arkaya baktığımda, tahminlerimin hiçbirinin tutmamış olduğunu görüyorum. 

Bir kitabın ya da bir filmin başarılı olmasının sırrı, okuyucuda ya da izleyicide doğru miktarlarda duygu uyandırabilmesindedir. Yazar bu kitapta şaşkınlık, hüzün, şok ve buruk bir sevinci çok başarılı bir şekilde verebilmiş ve bu, kurgunun başarısından kaynaklandığı kadar, yazarın edebiyat becerisinden de kaynaklanmış. Öyle ki çok fazla önemsemediğim, sevdiğimi düşünmediğim bazı karakterlerin ölümlerine şaşırdığım kadar, ölüm sahnelerini çok şairane bir şekilde gözümde canlandırabildiğim için gözlerimin dolmasına engel olamadım.

Hikayenin karakterleri de yürüyen kentler kadar sıradışı. Başrol Tom Natsworthy, sıradan, ezik, asosyal ve biraz pısırık bir Tarihçi çırağı. Şehri yöneten dört büyük loncadan biri Tarihçiler Loncası ve Tom da bu loncanın bir mensubu olarak Müze’de görev yapmakta. Güzel prensesleri canavarlardan kurtardığı kahramanlık hayalleri kuran, saf ve hayalperest bir çocuk. Böyle bir maceraya atılmaya kesinlikle hazır değil ve çoğu hikayenin kahramanı gibi o da kendi isteğiyle atılmıyor zaten. Diğer bir karakterimiz ise Hester Shaw isimli gizemli bir kızcağız. Yüzünde korkunç yaralar olan, çirkin mi çirkin, bir o kadar da huysuz ve nefret dolu bir kız. Bir amacı var ve bu uğurda her şeyi yapmaya hazır. Hikayenin başlarında korkunç bir yaratığın karşısında altını ıslatabilen bir çocuğun cesur ve doğru şeyi yapabilmek için kendi değer yargılarına meydan okuyabilecek bir çocuğa, çirkin ve nefret dolu bir kızın ise kendiyle barışık ve sevilen bir karaktere dönüşmesine tanık oluyoruz. Bana göre bu iki karakteri anlatan en güzel söz şudur:

“Sen bir kahraman değilsin, ben de güzel değilim ve büyük olasılıkla, sonsuza kadar mutlu yaşamayacağız.”

Okurken iyi vakit geçirebileceğiniz, sıkmayacak bir kitap arıyorsanız Yürüyen Kentler’i öneririm. Daha çok gençlik edebiyatı türünde kitaplar çıkaran ON8, serinin ikinci, üçüncü ve dördüncü kitaplarını da satışa sunmuş. Güzel kurgulanmış bir dünya olduğu ve yazarının anlatımını da gerçekten çok başarılı bulduğum için ben serinin devam kitaplarını da en kısa zamanda okuyacağım. 

Kitabın yurtdışı kapaklarından bazıları:

Yorumlar

Yorum Gönder